Sanat tarihi, yüzyıllarca, sanat nesnesinin tekliği ile birlikte içeriğinin tekliğini de, en temel kabul ve değer cümlelerinden biri olarak taşıdı, savundu. Onun için “sanat nesnesinin tekliği” kadar, “o anın tekliği” de kutsaldı…
Çağdaş sanatta, çoğaltımı bir tepki biçimi olarak seçen sanatçılar, sanat nesnesinin tekliğine biçilen bu değer ile savaştılar. Sanat nesnesinin içerdiği “kimliklerin”, “zamanın”, o çerçeve içinde sunulan tekliklerinin dokunulmazlıkları ise, genel olarak onlar tarafından da korundu.
Yine bu sanatçılar, sanat nesnesinin tekliğine değer biçen anlayış ile savaşırken, bu değer biçiminin anavatanı klasik resim tekniklerine de cephe aldılar. Çoğaltımı, doğası gereği yöneldikleri özgün baskı teknikleri ile savundular.
“Kendi…” sergisini oluşturan bu seri, bu tartışmada farlı bir zeminde yeralmayı, önermesini farklı bir yerden sunmayı seçiyor.
Sanatımda gözetlemeci bir gözü zaman zaman kullandığım doğru… İlki, 4. İstanbul Bienali’nde sergilenen “Pencere” isimli işimde karşılığını bulan bu gözün, yaratımımda güçlü bir yeri var.
“Kendi…” serisini oluşturan seri de, yine “Pencere”de olduğu gibi, değişik zaman ve ışıkta, aynı yerde bulunan figürlerin farklı durumlarıyla bir sanat-oyun kuruyor. Ama bu kez onları, tuvalden tuvale bakıldığında birbirleriyle, her dizide tek bir isimle aktarılan içeriklerine bakıldığında ise “kendileriyle” ilişkilendiriyor.
“Kendi…” serisi, hem sanat nesnesinin tekliğine ilişkin, hem de sanat nesnesinin içeriğinin tekliğine ilişkin sıkça tartışılmayan kabul cümleleri ile oyunbazca savaşıyor.
Bu savaşın kavramsal bir niteliği olsa da, geleneksel bir resim tüketiliş hazzının alınmasını engellemedim. Bunu sağlayabilmek için, boya-fırça-spatül-tuval dörtlüsünün belirlediği bir resim tekniğini özellikle seçtim.
Bu çoğaltımı, resim sanatının teknik referanslarını tartışmasız kullanarak yapmamın nedeni ise açık: Bu gerginliğin kendisini, bu arada-kalmayı ve izleyicilerle yeniden üretilecek o bilemeyeceğim yüzlerce sonucun potansiyelini seviyorum; bu çatışmayı doğru buluyorum.
Rimbaud’nun bu yüzyılın başlangıcında haberini verdiği, yaşlı ve “her birimizi aynı zamanda bir başkası kılan” kimliğimizin, bu serginin önermesinin ucu açık kalan cümlesini de kapatacağına eminim.
Yeni bir bin yılın şafağında…
Hakan Akçura
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder